Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump’ın ikinci başkanlık kampanyası sürecinde yeniden gündeme getirdiği gümrük tarifeleri, sadece siyasi bir vaat olmaktan çıkıp, bir kez daha ekonomik gerçekliğe dönüştü. Şubat ayından itibaren Çin’den ithal edilen tüm ürünlere %10 oranında tarife uygulanmaya başlanırken, bu oran Mart itibarıyla %20’ye yükseldi. Aynı şekilde, Kanada ve Meksika’dan gelen mallara da %25 oranında vergi getirildi. Kanada petrolü bu uygulamadan kısmen muaf tutuldu ve %10 sabit tarifeye tabi kılındı.
Trump yönetiminin bu adımı, hem iç hem dış piyasalarda yankı bulurken, ekonomistler ve hukukçular arasında da tartışmalara yol açtı. Zira bu hamle, yalnızca uluslararası ticaret dengelerini değil, aynı zamanda ABD’deki tüketici fiyatlarını, iç üretimi ve hatta yürütme organının anayasal sınırlarını da doğrudan etkiliyor.
Tarife Nedir ve Neden Önemli?
Basitçe ifade etmek gerekirse, tarife ithal ürünlere uygulanan bir tür vergidir. Hükümet, yurtdışından gelen mal ve hizmetlere bu vergiyi koyarak hem yerli üreticiyi korumayı hem de dış ticaret açığını dengelemeyi hedefler. Ancak hedefler ne kadar doğru olursa olsun, uygulamanın piyasaya etkisi her zaman öngörüldüğü gibi gerçekleşmez.
Trump’ın açıklamalarında tarifeler “başka ülkeleri cezalandırmanın” bir yolu olarak sunulsa da, işleyiş pratikte oldukça farklı. Gümrük vergisini doğrudan ithalatçı şirketler öder. Örneğin ürünü ithal eden kuruluş, Apple veya bir otomobil ithalatçısı, ürünlerini ABD’ye sokarken bu vergileri devlete öder. Ancak bu maliyetler nadiren şirketlerin kasasında kalır; çoğu zaman doğrudan tüketiciye yansıtılır.
Trump Ne Yapmak İstiyor?
Donald Trump, 2016’da olduğu gibi 2024 seçim kampanyasında da gümrük tarifelerini ekonomik milliyetçiliğin temel aracı olarak sundu. “Amerikan üreticisini koruma” vaadiyle yola çıkan başkan, bu kez daha hızlı ve daha sert adımlar attı.
Tarifeler, Trump’ın “önce Amerika” anlayışının bir uzantısı olarak görülüyor. Ancak bu stratejinin, özellikle Çin ile olan ticari ilişkilerde, geçmişte neden olduğu aksaklıklar ve maliyetler henüz unutulmuş değil. Örneğin, Trump’ın 2018’de ithal çamaşır makinelerine uyguladığı yüksek tarifeler sonrası sadece bu makinelerin değil, kurutucuların ve hatta yerli üretim cihazların fiyatları dahi yükselmişti. Tüketiciye yansıyan yıllık ek maliyet 1,5 milyar dolar seviyesine ulaşırken, devlete getirisi yalnızca 82 milyon dolar olmuştu.
Hukuki Tartışmalar: Yetki Aşımı mı?
Trump’ın tarifeleri uygulama biçimi sadece ekonomik değil, aynı zamanda hukuki zeminde de tartışma yaratıyor. Gümrük vergisi koyma yetkisi ABD Anayasası gereği Kongre’ye ait. Ancak Trump, bu yetkiyi Uluslararası Acil Ekonomik Güçler Yasası üzerinden dolaylı biçimde kullanıyor.
Politika analistleri, Trump’ın bu yaklaşımının geçmişte örneği olmayan bir genişletici yorum olduğunu savunuyor. Ekonomist Kathryn Anne Edwards, “Yürütme organı son 40 yılda giderek daha fazla güç kazandı. Bu da demokratik denge açısından ciddi bir risk teşkil ediyor” diyor.
Tüketiciler Ne Beklemeli?
Tarifelerin etkisi, uygulandıkları sektörlerin yapısına göre değişkenlik gösteriyor. Kimi firmalar mevcut stoklarını tüketene kadar fiyatları sabit tutabiliyor; bazılarıysa fiyat artışını hemen uyguluyor. Uzmanlar, özellikle teknoloji ve tüketim malları sektöründe zamların dalga dalga hissedileceğini belirtiyor.
Ekonomi Profesörü Susan Helper, “Bazı yabancı şirketler, pazar paylarını korumak için fiyatlarını düşürüp tarifeyi üstlenebilir. Ancak bu istisnai bir durum. Genel eğilim, maliyetin eninde sonunda tüketiciye aktarılması yönünde” değerlendirmesinde bulunuyor.
Yeni Bir Ticaret Savaşı mı?
Trump’ın bu adımı, özellikle Çin ile olan ilişkilerde bir ticaret savaşının yeniden tetiklenip tetiklenmeyeceği sorusunu da gündeme taşıdı. İlk dönemindeki agresif tarifeler, sadece Çin’in değil, birçok Asyalı ve Avrupalı üreticinin ABD piyasasına bakışını değiştirmişti. Bu durumun, küresel tedarik zincirlerinde kalıcı bozulmalara yol açtığı biliniyor.
Monica Gorman’a göre, Trump’ın tarifeleri geçmişten farklı olarak daha kapsamlı ve daha ani uygulandığı için şok etkisi yaratma potansiyeli yüksek: “Firmalar, tüketici tepkisini minimize etmeye çalışacaktır ama bu tür bir vergi yükü uzun vadede fiyatlara yansımadan kalamaz.”
Politik Gündem mi, Ekonomik Gerçeklik mi?
Trump’ın tarifeleri, basit bir ekonomik araç olmanın ötesinde, seçim döneminin güçlü politik simgeleri arasında yer alıyor. Ancak geçmiş deneyimler gösteriyor ki, bu tür uygulamalar uzun vadede ne istihdamda ciddi artış sağladı ne de dış ticaret açığını kalıcı biçimde azalttı.
Bir yandan iç siyasette “güçlü lider” imajını pekiştirmeyi hedefleyen Trump, diğer yandan ABD ekonomisinin temel dinamikleriyle yeniden oynuyor. Ekonomistler ise bu oyunun sonunda faturayı yine halkın ödeyeceği konusunda hemfikir.
Tüm bu gelişmeler ışığında, ABD ticaret politikası bir kez daha tarihsel bir yol ayrımında: Korumacı politikalarla kısa vadeli kazançlar mı, yoksa serbest piyasa ilkeleriyle uzun vadeli istikrar mı?
Zaman gösterecek.