ABD Federal Ticaret Komisyonu’nun (FTC) Meta’ya karşı yürüttüğü antitröst davası, yalnızca teknoloji ve rekabet hukukunu değil, aynı zamanda Silikon Vadisi ile medya arasındaki uzun süredir devam eden kırılgan ilişkileri de mercek altına aldı. Washington’da görülen duruşmalarda yaşanan çarpıcı tartışmalar, teknoloji devlerinin basına yönelik derinleşen güvensizliğini açıkça ortaya koydu.
Mahkeme salonunda tansiyonun yükselmesine neden olan gelişme, FTC’nin kilit tanığı ve antitröst hukuku uzmanı Prof. Scott Hemphill’in sorgulanması sırasında yaşandı. Meta’nın baş hukuk müşaviri Mark Hansen, Hemphill’in daha önce Facebook’un tekel yapısını sorgulayan kişilerle birlikte çalıştığını iddia ederek tanığın tarafsızlığını sorguladı. Ancak sorgulamanın yönü kısa sürede medyaya kaydı ve Meta’nın mahkeme stratejisi, kamuoyu önünde tartışma yaratacak bir boyuta evrildi.
Medya Figürleri Mahkeme Masasında
Hansen’in mahkemeye sunduğu belgelerde, Hemphill’in 2019 yılında hazırladığı bir sunumda, Meta’nın agresif satın alma stratejisinin medyada nasıl yankı bulduğuna dair örnekler yer aldı. Bu örneklerde, teknoloji gazeteciliğinin önde gelen isimlerinden Kara Swisher ve Om Malik’in yorumlarına yer verilmişti. Ancak Hansen, bu iki ismin medya etkisinin ötesine geçerek şirketin kamuoyundaki algısını bilinçli biçimde olumsuz yönde etkilediğini ileri sürdü.
Swisher’ın Meta CEO’su Mark Zuckerberg’e dair sert eleştirileri ile tanındığını, Malik’in ise “başarısız bir blog yazarı” olarak Meta’ya karşı kişisel bir önyargı taşıdığını öne süren Hansen, medyanın bu davada tarafsız bir gözlemci değil, aktif bir aktör olduğunu ima etti. Hatta Swisher’ın, Zuckerberg’i “büzüşmüş bir ruha sahip küçük bir yaratık” olarak tanımladığı geçmiş ifadeleri dahi mahkemeye taşındı.
Bu agresif savunma taktiği, sadece dava stratejisinin bir parçası olmaktan öte, Silikon Vadisi’nin medya ile olan ilişkisindeki temel gerilimleri yeniden gündeme getirdi.
Sessiz Ortaklık Yerini Düşmanlığa mı Bırakıyor?
Teknoloji sektörünün doğuş yıllarında medya ile kurduğu ilişki büyük ölçüde yapıcı ve destekleyiciydi. Girişimcilik hikâyeleri, inovasyon öyküleri ve yükselen yıldızlar, basının sayfalarında geniş yer buluyordu. Ancak Facebook gibi şirketler dev platformlara dönüştükçe, aynı medya kuruluşları bu devlerin toplumsal etkilerini, veri politikalarını ve piyasa hakimiyetlerini sorgulayan başlıca eleştiri odaklarına dönüştü.
Özellikle Cambridge Analytica skandalı sonrası yaşananlar, Meta’nın medya ile olan ilişkisini daha da gerdi. Şirketin kullanıcı verilerinin istismar edilmesiyle ilgili yaşadığı itibar kaybı, şirket yöneticilerince genellikle “olumsuz medya ilgisi” ile açıklanıyor. Meta, kullanıcıların platformdan kopmadığını, ancak kamuoyundaki algının medya tarafından şekillendiğini savunuyor.
FTC: Seçeneksizlik Tekelin Kanıtı
FTC’nin ise Meta’ya yönelttiği temel suçlama, kullanıcıların gerçek anlamda bir alternatiften yoksun olduğu bir dijital ekosistem yaratmış olması. Facebook ve Instagram gibi platformların birbirini tamamlayan işlevselliği ve geniş kullanıcı ağı, insanların bu platformları terk etmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor. FTC, bu durumun Meta’nın piyasa gücünün bir göstergesi olduğunu ve rekabeti haksız biçimde kısıtladığını iddia ediyor.
Mahkeme Kararı Bekleniyor, Ancak Mesaj Net
Yargıcın nihai kararı davanın sonucunu belirleyecek olsa da, şimdiden netleşen bir şey var: Meta’nın medya ile olan ilişkisi, bu dava sürecinde yalnızca bir yan mesele değil, aynı zamanda stratejik bir cephe haline gelmiş durumda. Mahkeme salonunda gündeme gelen eleştiriler ve medya figürlerinin hedef alınması, teknoloji devlerinin kamusal eleştiriden ne denli rahatsız olduğunu gösteriyor.
Bu dava yalnızca Meta’nın piyasa gücüyle değil, aynı zamanda dijital çağda medya ile teknoloji devleri arasındaki güç dengesinin nasıl yeniden şekillendiğiyle de ilgili. Hem kamuoyu hem de hukuk sistemi için bu, sadece bir antitröst davası değil; bilgi, güç ve güven arasındaki karmaşık ilişkilere dair bir test niteliği taşıyor.